28 Kasım 2009 Cumartesi

Kadınlar ve Erkekler



Şimdi aslında böyle bir yazı yazmak bana düşer mi bilmiyorum.Yani bu konularda yazmak kime düşer onuda bilmediğimden,yazarsak çok ayıp etmemiş oluruz diye düşündüm.
Konumuz kadınlar ve erkekler...Şimdi beni tanıyanlar diyebilir ya ne alaka bu konu diye.Aştım kendimi artık ilgi alanlarım değişti:) (şaka şaka yok bu seferlik)
Hep duyduğumuz bir laf vardır.Kadınlar erkeklerden kompleks yaratıklardır diye.Aslında bu doğru bir tespit bence.
Mesela biz erkekler,100bin kişi bir stadyuma toplanıp bir topu izliyoruz.(Kimilerine amaçsız gelsede bende yapıyorum:)).100bin kişi bağırıyor,çağırıyor...Hepimiz yüzümüzde mutlu,salak bir gülümseme
dağılıyoruz sonra.O hafta hepimiz mutluyuz takımımız kazandıysa.Ama kadınların 3ü 5i bir araya geldiğinde sesler haylice yükselebiliyor:)
Mesela erkekler traş olduğunda çevresindeki erkekler büyük ihtimal traş olduğunun farkına varmaz.Uyarıyla varırsada ağızdan bir ''sıhhatler olsun'' çıkar.Kadınlarda ise ''oo bu ton çok açmış ama(bu amada hep vardır nedense) bi ton koyulaştırsan daha iyi olurmuş'' yada perma,röfle,dalga....
oooo uzar gider.
Aslında kadınlarda yüksek sesle düşünme özellikleride daha fazla var yüksek sesle konuşmayla beraber.Erkeklerse ikisinide içinden yapıyorlar genelde.Bu yüzden kadınlar erkekleri duygusuz yaratıklar olarak görebiliyor.Tabi erkeklerde kadınları
kafa ütüleyen kişiler olarak görüyor.

Konuşmak ve kelimeleri özenle seçmek, erkek beyninde özel bir yetenek olmadığından, kendilerini sözcüklerle ifade etmekte çoğu zorlanır... Bunu yazarken bende zorlanıyorum tabi erkek olduğum için:)
tabi bilimin verdiği rakamlarla bunu desteklemek lazım geliyor.Bir araştırmaya göre kadınlar iletişim kurmak için günde 20.000 kelime, mimik ve jest kullanırken bu sayı erkeklerde sadece 7.000...Tabi bu da erkeklerin ne kadar kitap okuduklarının bir göstergesi
kabul edilebilir.
Başka bir faklılıkta biyolojik.Erkek derisi kadın derisinden daha ince.Bu yüzden kadinların kırışıkları erkeklerden fazla oluyor.(Kremlere ödenen paraların sebebi)
Bu kadar yeter.
Önceki yazımda benzerliklerimizi kabullenmemiz konusunda bir yazı yazmışken bu hiç olmadı :).O yüzden bu yazıyı burada kesip bu farklılığın dünyaya yaşanılası bir fark kattığını söylemek istiyorum.Düşünsenize hepimiz erkek veya hepimiz kız olsak bu dünya katlanılmaz ne kadar olurdu.Yazımı pekte işime gelmeyen ama hayatımızda çokça rasladığımız bir olayı anlatan hikaye ile son ver mek istiyorum.Yaşlı bir bilgeye sormuşlar:
''Evde kadın ve erkekten hangisi ailenin başıdır?''
Bilge düşünüp:
''Erkek ailenin başıdır''demiş.
''Peki kadın nedir?''diye sormuşlar.
''Oda boyundur''demiş.''başı nereye isterse oraya çevirir.''

22 Kasım 2009 Pazar

bu fenerin hali n olacak yaw.. bu akşam çapulcu takımlar kervanına gs de katıldı... :) hadi hayırlısı diyelim...

20 Kasım 2009 Cuma

Benzerliklerimizi Kabullenebilmek



Son yıllarda hepimizde büyük bir önyargı ve plansız saplantılar oluşmaya başladı gibi geliyor bana.Cümle aleme başka bir benzerimiz olmadığını kanıtlamak için bir yarış içine girişmiş bulunuyoruz ki;

Hayırlı olsun.


Tüm dünyada bize benzer başka bir canlı olmadığını kanıtlamaya çalışan ütopik bir tarafımız var.Bu yalana acaba gerçekten inanıyormuyuz.İnanmaya çalışanlar var ki;

Hayırlı olsun.


Bizim okuduğumuz kitap başkadır,bizim izlediğimiz film başkadır,bizim tuttuğumuz şair bambaşka; bizim bildiğimiz mekanları kimse bilmez,bizim gittiğimiz şehirlere kimse gitmez!!!!


Çünkü kardeşim,ben farklıyım,sen farklısın,o farklı,ya tenimizin rengi farklı veya ideolojimiz,politik düşüncelerimiz.Hadi bunlar aynıysa bile elbisemiz farklı,ayakkabımız farklı,cep telefonumuz farklı…Bu farklılık farkındalığını(veya bu ekstra çaba diyebiliriz) o kadar benimsemiş ve içselleştirmişiz ki son dönemlerde ki tek derdimiz “”farklılıklarımızı kabullenebilmek”” olmuş.


Zaten ikiz kule saldırıları(malum 11 eylül olayları) sonrasında dünyada ayrımcılık yada daha güzel bir tabirle ötekileştirme hortlayıp gündelik yaşamımıza girmiş,hayatımızın her alanına da “”political correctness””(politik doğruluk) ırkçılığı da girmiş biz farkında bile olmadan…


Yahu tamam gel etme!!! Tamam ayrıntılar çağındayız,tamam birbirimizi böyle kabul etmeliyiz,farklılıklarımızı yargılamamalıyız falan filan feşmekan,güzel!!! Bence sanki bizim esas sorunumuz benzerliklerimizi kabullenmek olmuş.Esas sorun,esas dert budur bence.


Kabul ediyorum,hepimiz farklıyız biraz ama…hepimiz de aynı değil miyiz azıcık tanrı aşkına?



14 Kasım 2009 Cumartesi

POLİTİZE GENÇLİK


80 sonrası doğanlar “kayıp kuşak” olarak anılıyor. Niye... Türkiye’nin o tarihten itibaren girdiği büyük değişim, sosyal hayat kadar kültürel hayatı da dönüştürdü. Önceleri, Hulusi Kentmen’in babacan, Münir Özkul’un içli, Adile Naşit’in fedakar oyalarıyla işlenen aile dramalarında ZENGİNLER, “dejenere” ve kalpsiz insan topluluğu olarak kodlanmıştı.

Darbeden çıkıp Özal’a kavuşan ülkemizde boy göstermeye başlayan HAMBURGER ve JEAN markalarıyla birlikte “zenginlik” de, övülür ve özenilir mertebeye yükseldi. Külüstür arabalar ve kötü sigaralardan hızla kurtulmaya başladı Türkiye. Kaçak çay ikramının havası söndü. Aile gazinoları, çay partileri ve Yeşilçam, tedavülden kalktı. Tarık Akan, sosyal içerikli filmlerde oynamaya başladı.

Özel kanallarla birlikte gelen çok seslilik, medyayı popüler bir oyun bahçesine çevirdi ve TRT, ölüm döşeğine terk edildi. Reklamcılık ve futbol takımlarının formaları, komedi konseptinden çıktı ve tasarım filizleri yeşerdi. Eğlence hayatı, diskoyu terk edip kulüplere aktı. Yanı sıra buz pisti, bowling salonu, stadyum konserleri, otostop ve sir ağdayla tanıştık.

Kızlar, bıyıklı - mert delikanlıları beğenmez oldu. Sait Faik hikayelerinin yerini Bukowski ağzı aldı. Gülşen Bubikoğlu’nun sinirli edası ve Ediz Hun’un “nen var kuzum” çekiciliği gözden düştü. “Evlenmeden olmaz”ların yerini, prezervatif ve vakumlu kürtaj aldı.

Bütün bu şamata içinde politika, kimsenin ilgisini çekmiyordu (doğal olarak). Dünya ile aramızdaki uçurumu kapatma koşuşturmasında ideolojilere zaman yoktu. Ölen ölmüş, kalan sağlar bizimdi. Ekmek, tüp, “sana yağ” kuyruğu ve karartma geceleri, dağlar kadar uzaktı. Siyasi görüşümüzde artık Demirel imzası vardı: Dün dündür, bugün bugündür...

Bu hepimizin bildiği, benim de karınca kararınca anlatmaya çalıştığım süreçte evrim geçiren Türk gençliği, “apolitik” unvanını aldı.

Ve fakat, 80’den bu yana 29 sene geçti... Kayıp kuşak büyüdü, yetişkin oldu. Yüzlerce TV kanalımız, radyo istasyonumuz var. Dünyanın tüm markaları gardıroplarımızda. Yolda - arabada kahve içiyor, akşam eve pizza söylüyoruz. Stüdyo dairelerde, tek kişilik, LCD dünyalarda yaşıyoruz. Prozac, ertesi gün hapı ya da viagra’yı, el çantamıza koyuyoruz. Laptop’larımız, piercing’lerimiz ve masaj ve diyetisyen randevularımız var. Bütün bu debdebe içinde politika, elbette hâlâ, fazla ilgi çekmiyor...du. Son seçimlerde yangın alarmları çalmasa kimsenin ayacağı da yoktu.

Kim söylemiş hatırlamıyorum şimdi ama işçi sınıfı için söylemiş: “Eskiden zincirleri dışında kaybedecek bir şeyleri yoktu, birleşebilirlerdi. Şimdi ise renkli televizyonları var...”

Bizimki de o hesap. Kenan Evren patır patır İmam Hatip açarken kimsenin umrunda değildi. Kimse rejim tehlikesinden söz etmiyordu. İki paket Marlboro ya da 75

cent’le yakalanıp, kodese girmezsek “oh ne ala” idi (!) Şimdi ise “özgürlüğümüz” dışında kaybedecek bir de “LCD televizyon”larımız var...

Aslında niyetim Abbas Güçlü’nün Genç Bakış’ından söz etmekti. Üniversite gençliğinin ne kadar “politize” olduğunu (özellikle Anadolu üniversiteleri) çarpıcı biçimde ortaya koyan bu programı izlemenizi şiddetle tavsiye ediyor ve müjdemi istiyorum: “Kayıp kuşak” bulundu!


9 Kasım 2009 Pazartesi

Politize Gençlik

T.v bağımlısı ve politize olmamış bir gençlik yaratmak isteyenlere inatla karşı çıkanlar.BİRLEŞİN!!

Bizimde düşüncemiz,ortak yerimiz var diyenler.BİRLEŞİN!!!

Otobüste yanındaki koltuk boş olunca allahım ne olur kız otursun diyenler.BİRLEŞİN!!!

Spor çorabının kayıp olan tekini bulamayıp farklı tekle beraber giyenler.BİRLEŞİN!!!!